Salı, Ağustos 23, 2016

boşluk o boşluk, yoksa duramazsın

küçükken camdan aşağı bakardım. Saatler ya da toplantılar yoktu o zaman kafamda : ) Her giden arabanın içinde kim var, kimlerle konuşur kimleri çok severler merak ederdim... Arabalar gözümün gördüğü yerden uzaklaşınca üzülür; göremediğim yolları düşünürdüm. Gözümde hep o yolları giden arabalar, arabalarda mutlu insanlar...

Göremediğim her şey çok güzel geldi sonraları. Küçük bi' oyun oynamaya başladım. Şimdilerin "fill in the blanks" bulmacaları gibi doldurdum her şeyi içimdeki boşluklukla. Çok sonra öğrendim ki koca evren bi' boşlukmuş. Büyüdüm, farketttim ve güldüm :)

Salı, Mart 25, 2014

Salak bi' rüya

ne güzel girdin lan rüyama sabah 07:07…

evim yerim değişmiş benle beraber. Bazı anılarım hiç gitmemiş. Salak bi’ rüya da bile aynı anda O şarkı mı lan deriz bir pasajına Shine On u crazy diamond’ın.

Ve sadece bizim anladığımız espriler şenlendirir tüm odayı.


çok yalnız uyandım lan bugün ağlayamadım bile

Çarşamba, Ocak 22, 2014

bi' sessiz, bi' yavan bi' de yıkılsın duvarlar

akşam olunca garipleşiyor buralar
bi' sessiz, bi' yavan şarkılar
onlar bile kederlendiremiyorlar

sakallarımı uzattım niye bilmiyorum
boş boş bakıyorum oraya buraya
çok çok gülüyorum, mış gibi yapıyorum.

tekrarda unutlmuş şarkılar gibiyim
aynı döngüyüm sonu belli
boş oda duvarlarına yankı ezgilerim

...

akşam olunca sabahlıyor oralar
şarkıları bile güzel
keyifli kederleri büyütüyorlar

çok çok görmüyorum senden öte

söylemekten yorulmadığın şarkılar olayım
başım sonum nakaratım belli
bi' de yıkılsın duvarlar

Cuma, Kasım 22, 2013

Zeka lanettir!

zeka lanettir, çünkü kontol edemeyecek kadar başıboş ve senden bağımsız ayrı bir bireydir. Onu ancak bilinç ile algılayabilirsin. Ve ne yazıktır ki onu da, bilinci de, yine zeka izin verdikçe bilebilirsin.

Zeka lanettir, sırf onu sorgulamak isteyen bilince daha fazla kavrama yeteneği vererek yine bilinci bulandırır.

Merhaba, bunalımlar ve paradokslar işte tam burada tüm sorgularınız kendilerini sorgular. Delilik101 dersi tam şu an başlar.

Onu, zekayı, hiç bir zaman ebediyetle sevmeyeceğiniz sevgili gibi teslimiyetle karşılarsanız, size ödüller sunar. Ama bilinki, hemen vermez ödülü.En aşağı bir kaç tanımı yanar "normal" diye adlandırdığınız değerlerin.

Ve sonrasında gerçek başlar, bağımsız bir farkediş.

Salı, Temmuz 16, 2013

öğleden sonra gölgelikte oturmak

Sesi unutulabilme ölçü birimi olarak kullanmaya başladım bugünlerde.

Mesala söylediği şarkılar hatrıma gelmeyince 3 birim unuttuğumu farkediyorum. -Yan etki olarak şarkılar da siiliniyorlar, demek ki vermeden devrim olmuyor.-

Güzel sözler var bir de, duyunca mutlu olduklarınızdan. Sönen yiten egolarınızı tavan yaptıranlardan. Onları da hatırlayamayınca 5 birim unuttuğumu farkediyorum. Bunun da bir yan etkisi var, bir güçsüzleşiyor mu insan ne. Pış pış istiyor yedi kat yabancıdan.

Ses var bir de. Sonra yok. Baya bildiğin yok, iteledim zorladım yok.

"Ölüm kadar rahatmış ayrılık."

Perşembe, Nisan 04, 2013

bile bile lades

wikipedia
"Lades topluma mal olmuş, daha çok çocuklar arasında oynanan bir aldatmaca oyunudur. Lades tutuşacak olan iki kişiden biri, eline tavukların göğsünden çıkan çatal şeklindeki köprücük kemiğini alır. Bir ucundan kendisi tutar, öbür ucunu karşısındakine tutturur. Oyunun amacı karşıdaki kişiye bir şey vererek kandırmaktır. Eğer bir şey verilmek istenen kişi karşıdaki kişinin amacının aldatmak olduğunu hatırlarsa aklımda diyerek alabilir. Bu durumda kaybetmemiş olur. Eğer aklımda demezse diğer kişi lades diyerek oyunu bitirir ve kazanmış olur."

...
bile bile lades
Bile bile lades kişiye mal olmuş daha çok hayalperestler arasında oynanan bir aldanma oyunudur. Bile bile lades oyununda önceki versiyonun aksine tarafların oyun oynama konusunda hem fikir olmalarına gerek yoktur. Zira rakip oyuncu bir kişi, durum ya da duygu olabilir. Hayalperest sırf "bu da mı gol değil" demek için -ya da bu malubiyetten beslendiği için-  oynuyor da olabilir.

Bile bile lades oynayacak olan hayalperest önce kendi göğsünün sol yanından bir şey çıkarır. Bir ucundan fena tutar can havliyle, öteki ucunu da verir rakibe. Oyunun amacı karşıdaki kişiye bir "şey" vererek kandırmaktır. Mesala ilgi olur, anlayış olur "şey" kavramı hayalperestin gücü kadardır.

Eğer bir şey verilmek istenen kişi karşıdaki kişinin amacının aldatmak olduğunu  hatırlarsa oyun bozulur. Ladesten farkı temel olarak budur; önemli olan yarışmaktır.

Cuma, Şubat 08, 2013

Bir adım

Bir adım.. Kapı eşiğindeyken çıkmak için ya da dışarısındayken girebilmek için içeri. Küçük bir adım, o kadar zor ki bazen hem de tam yaklaşmışken o yere. Ümit edip sevinip de çocuk gibi yaşarken sevincini, kilitli kapı önünde anahtarsız kalmak gibi. Bazen bir adım çok ağır. Bir kaç yıl almışlığı bile görülmüştür bir kelimenin ağızdan çıkma evresi.

... Hangisi o yere varmanın son hamlesine dayanabildi veya neden orada öylece bırakıp gidebilmek anlatılmadı bize masallar dinleyen yaştayken. Küçük bir adımın tüm yaşam enerjisini sömürebileceği neden hiç tahmin edilmedi çocukluk romanlarımızda da biz böyle ya allah atlar olduk her şeye.

Belki de "büyüdük" rezil olmanın güzelliği unutturulacak kadar büyüdük. Cesur ellerimiz ve korkak ayaklarımız olacak kadar büyüdük.

Pazartesi, Ocak 07, 2013

More

[ÖNYAZI]

Bu bir aşk romanı değil. İstediğiniz gibi bir sonu da yok. Bir kayıp romanıdır bu. Azimle saldırıp, koşan kovalayan bir karakterin gece susuşları toplamıdır. Kayıp bir romandır bu, kaybetme korkusudur. Tek tek eksilen insanlar gibi yiten hislerin tutulduğu bir defter arkası; ve bir gün hatırladıklarımızın güncesidir. Hiç yaşanmamışlık hisleri vardır satır aralarında ve yaşanmışlıkları o kadar boldur ki tekrarlarıdır gizli şifresi kahramanın. Bu yüzden bunu okuyan güzel arkadaş, bilemem kaç defa bıraktın, ama bir sigara yak bu sayfanın başında ve kenara bir yere not al bugünün tarihini, çünkü lazım olur o kağıt belki, bugün yaşadıklarını hatırlamak amacıyla.

Bu kitap geç kalınmış ya da farkedilemeyecek kadar erken gelmiş güzelliklerin muhasebesidir. Kontrolsüz kelimeler üretimi, karşıt duygular komposizyonu; anlamlar ve anlamlandırmalar; metaforlar arası hayallerdir. Sessiz, uykubozan bir anıdır, kimsenin duyamadığı çığlıkları attırandır.Bu kitap bir yeraltı sürünüşü yada yalnız adam günlüğü hiç değil.

Kayıp düşler toplamı, uykusuz günler artığı, gündüz uykuları kaçışı; nemsiz bir ağlayıştır. Fena halde içinde kalmışlık, ağız dolusu küfür; öfkeden şişmiş boyun damarlarıdır. Afedersin sevgili okur ama pişmanlıktır bu kitap, hiç olma özlemidir.
***

[KAHRAMAN TASVİRİ]

Morelerin Antep ve sonrasında Sivas’ı bulmuş konar göçer hayatlarında son durakları İstanbuldur. Taşı toparağının maden olmasından mıdır ya da maden insanlarının burada çoğalmasından mı Moreler de buradan öteye salınamamışlar. Ve aslında herkesin bir bakıma maden işçisi olduğu metropol hayatında onlar da rollerinin çizilmesi için gerekli muhtarlık ve belediye birimlerine ikamet adındaki belge için başvurmuşladır. Lokasyon ise o dönemlerde şehir değil de, dere yatağı olan Güngörendir.
***

Kelimeler arasındaki anlam transferlerinin dünya üzerindeki karşılıklarını bulmaya henüz başlamış taze bir düşünür olarak Soner More, çalışmalarını sessiz sürdüyordu. Öncelikle örnekleri incelemek güzel bir pratik metodu olabilirdi. Zira kurduğu cümleler nedeni ile sevgi kazanıp, anlamını bilmediği yeni kelimeler topluyordu ve bunların ağırlığı ile daha da sessizleşiyordu.  

Sessizliğin mükemmel bir müzik türü olduğunu keşfetmesine daha 18 yılı vardı. Ama öncesinde bir kaç virtüözle takılıp, sessizliği öğrenecekti. Bir de soru sormamak var ki bunun çözümünü bulması için “iksirler” keşfedecekti. İksirler...  Dinlediği her şarkının kendi bünyesindeki anlamını bulmasını sağlayacak gramaj ölçekli tanrı hediyeleri...  Koca adam diye adlandırıldığı bir günün akşamında iksirler yardım edecekti, o eski pencerinin kenarında olmanın hissetirdiklerini yeniden yaşamayı. Akıp giden insanların nerede yürümeye başlayıp nerede durduklarını düşündüğü ve her araba sahibini zengin olarak saydığı gözlem günlerine.



***
[SONERIN GOZUNDEN]

Yerleşik hayatlarının başlamasından tam 731 gün sonra İstanbul sonbaharı daha popüler olamamışken ve hala Seattle da Grunge güzelken, bir Ekim akşamı Soner ya da Morelerin son temsilcisi küçük odanın, o zamanlar da, çürük ahşap ve tozlu boya kokan beyaz penceresinden damlaların cam üzerinde sergiledikleri şekilleri izliyordu.

...Şekilsiz suların camdan aşağı akışını izlemek, açık camdan çamur kokulu havayı solumak, aksak ritimli doğal sonbahar müziğini dinlemek... Sorumluluk kelimesinin anlamanı bilemeyecek kadar sorumsuz olduğumuz yaşlar; kayıtsız ve bağımsız bir kafa. Kusursuz bir olgunluk.

***

Temiz bir yetişkin dinginliği, sadece  1691 günlük dünya tecrübesi ile de sağlanabilirdi ve Soner bunun ayaklı ve sessiz örneği olarak camın kenarındaki konumundan memnundu. Az önce camın ötesindeki farklı şeylerin merakı üzerine kurduğu hayal uykusunu bitirmişti.Yağmur buğusunun süslediği camdan, aşağıdaki küçük ağacı izliyordu. İki apartman arasındaki ufak bir toprak parçasında tek başına yaşımını sürdüren ağacın yaprakları parlak koyu yeşildi ve rüzgar, güzel sesi ile şarkılar söyleyerek dans ediyordu her biriyle.

Yağmur sonrasının izlenebilecek en doğal görüntüleriydi bunlar ve Soner hiç düşünmüyordu. Güzeli izlemenin onu anlamaktan daha güzel olduğunu daha önce öğrenmişti kahramanımız, evet bu kadar da akıllıydı velet, ama daha fark edememişti*. Ve sırf bu yüzden unutucaktı öğrendiği her şeyi. Ve öğrenebilmek için unutacaktı tekrar tekrar.

* Önce bir düzine depresyon, fermantasyon ürünü avuntular, bir kaç farklı kıta, itina ile tekrar edilmiş hatalar, sayısız insan ve hayal kırıklıkları gerekiyordu anlamasına.

Camın ötesindeki ağaç ne zamandan beri oradaydı, tek başına sıkılmıyor muydu ? Eğer O da canlı ise, ki annesi çiçeklere zarar vermemesi için Soner’e bitkilerin canlı olduğunu söylemişti, üzüldüğünde neler yapıyordu ? Yapraklarını aşağı bırakarak mı ağlıyordu ? Öğrenmenin bir yolu olmalıydı. Ama Soner’in acelesi yoktu. Soner koyu yeşil ve parlak arkadaşının kalkıp gidememesine, hep aynı yerleri görmek zorunda olmasına bile üzülemiyordu. Soner düşünmüyordu.

***
[SONER]

Düşünmüyorum. Dedemin yaptığı koltuğun üstüne yaslanılan bölümüne oturmuş etrafı izliyorum. Sağ elimi yanağıma, kolumu da pencerenin köşesine yaslamıştım. Sokaktan insanlar geçiyor, sadece iki apartman arasını görebildiğimden her insan ortalama 10 adım sonrasında gözden kayboluyor. Bu da yağmurda yürüyen adam hızı ile hesap edildiğinde 3-4 saniyeyi buluyor. Yağmura karşı bir suç işlemiş gibi herkes, başları önünde her birinin. Bir keresinde annem mandalları dağıttığım için kızdığında ben de böyle durmuştum. Alt dudağımın aşağı sarkmasını ise yer çekimi ile ilişkilendirmiştim... Alakası yokmuş, anladığımda baya üzülmüştüm. Bunu da biraz ağladıktan sonra bir gün amuda kalkarak öğrenmiştim. Herhalde ağlarken susup amuda kalkıp yeniden ağlamamışsınızdır hiç ?  

Deneysel öğrenme biçimim hızla devam ediyor. O kadar deneysel ki; elini sobaya değdiren arkadaşlarımdan bile daha şüpheciyim. Belki soba bu sefer soğuktur diye tekrar tekrar denemek hobilerim arasında yer alıyor. O denli tekim ki, eksik kalmış sevilecek yanlarımın olmadığına inanıyorum bu sıralar.Benim olmadığımı farkederler mi acaba diye koltuk arkasına saklanıp saatlerce sessiz kalma oyunu oynamaya başladım. Hiç sobeleyen olmuyor, sıkılıyorum.

Yine koltuk arkasında mesaiye devam ettiğim bir gün. Bağrışmalar duydum dedemin yaptığı koltuğun olduğu odadan. Babam anneme bağırıyor. Anneme niye bağrılabilir ki ? Babamın annemi sevmesi lazım. Çünkü televizyondaki filmlerde mutlu aile adamları hep kadınların sevgisini kazanmak için çaba veriyorlar. Acaba babam annemin sevgisini istemiyor mu ? Ben istiyorum, anne güzel bir şey. Camdan aşağı gördüğüm erkek ve kızlar da elele geziyorlar hep. Ama ben koltuk arkasında güvendeyim. Beni göremediği için bağıramaz da. Keyiflendim bile. Sanırım koltuk arkası oyunu bu aralar en favorim. Mandallar sıkıntı yaratabiliyor. Koltuğun altını görmeye çalışmak da çok keyifli hem. Para buldum bir keresinde, anneme de söylemedim. Attım hemen cebime. Kendimi diğer çocuklar kadar zengin hissetim. Bu kadar para ile yeni açılan oyuncakcının camındaki araba alınamaz ama gazetenin verdiği legoya yeter. Legoları çok severim.


Dedim ya koltuk arkası acayip keyifli bir oyun salonu; abimin beni oynatmadığı futbolcu kartlarını bile buldum. Abime bunlarla nasıl daha güzel oynayacağını öğretmek lazım. Mesela aynı takımdaki oyuncuları yanyana dizmek yerine farklı takımlar yapılmalı; yeni takımlara da teknik direktör olunmalıydı bence. Ama abilerin bildiği vardır. Sokağa indiğinde abinin yanından ayrılamazsın. Ebeveynce öğretilmiş bir güvenme içgüdüsüdür bu. Özgüven sorunlarına neden olmasını şuan yine düşünmüyorum.

İlmek ilmek öreceğimiz kardeşlik bağımızın sokaktan gelmesini umuyorum. Zira koltuk arkasında hala abimi görmedim. Bir oyun arkadaşı olarak abi, arkadaşsızlıktan daha iyi olabilir. Bir de beraber mahalle maçı yaparsak ne güzel olur. Balkondan izlediğim mahalle maçları, sanırım, mandallardan daha keyifli olabilirler. Ben de onlar gibi koşa bağıra çağıra top oynamak istiyorum. Belki ben de büyüyünce futbolcu olurum hem.

Galatasaray diye bir takımın maçlarını radyodan dinleriz, babam futbolcuları çok sever. Aslanım, kaplanım, aferin diye coşar sevinçle evin içinde. Kıskanırım. Zaten futbolun önemli bir şey olduğunu anlamıştım ki. Radyodaki adam anlatırken, tüm anlamlarıyla ev, hane olarak susuyoruz biz de. Kesinlikle futbolcu olmalıyım.Kesinlikle kıskanıyorum. Belki benim gibi düşünen fazla çocuk yoktur, çalışırsam olur sanki. Onlardan iyi olabilirim. En azından ben psikoloji kelimesini cümle içinde kullanabiliyorum. Anlamını tam öğrenemesem de hissediyorum işte. Babamın beni sevmesi gibi bir şeydi herhalde.

Bir gün merak ettiğim soruları radyoya sordum. Cevap vermedi ahşap sefa pezevengi. Bazen ahşap olan her şeyi dedemin yaptığını düşünüyorum. Radyo da onun zaten. Ahşap eşyalara küçük oyuklar açarak oynamak son derece keyifli. Neden bilmiyorum ama yaparken çok gülüyorum. Ayakları at olan sehpa var bizim evde. Kulaklarından birini kırdım geçen. Bence yenilikçi yaklaşım olarak güzel bir sanat akımı olabilirdi. İleride postdomernizimi öğrendiğimde öyle adlandırabilirim. Büyüyünce elbet yaparız bir şeyler diyerek bıraktım köşeye tek kulaklı atı. Komikti salak at. Umarım dedem ben büyüyene kadar farketmez.

Öte yandan, attan ziyade; fiskos sehpa lüks gibi biraz sanki. Annemle gittiğim komşuya çaya inme aktivitelerinde, güzel böreklerin, süslü poğaçaların ve çok güzel çatalların, hatta renkli renkli peçetelerin konduğu feci havalı bir ahşap. Bunu da dedem yapmış olamaz artık, eminim. Annem sade ve güzel demişti komşusuna yani sehpasına, yeni alınmıştı anlaşılan. Bir de sade dondurma vardı ki, aklıma birden o geldi.

Evet futbolcu olabilirim. Daha aşağıda koşarak oynamadım ama sanırım tekniğim iyi. “Teknik” kelimesini de televizyonda duydum; zira henüz evde kimse bir teknik sahibi değil. Cümle içinde kullanan bile yok. Oysa ki ben mandal robotlarıma tekniğimden bahsediyorum. Dedemin yaptığı koltuğun olduğu odada oynayınca, koltuk sahibi çok kızıyor bana. Ama nerde oynayayım ki!
-Futbolcu olucam ben dede!
-Siktir! diye karşılık verdi yaratılmışların en odunu. Keşke kendini de koltuk ve baston gibi yontabilseydi.Daha faydalı bir şekli olabilirdi.


***
Bugün yeni bir oyun yeri keşfettim. Dış kapı dedikleri yerin hemen önünde ayakkabılık diye adlandırdıkları bir alan var. Üstüste dandik plastiklerin bindiği ve dört köşelerinde keyifli çubukların olduğu katlı otopark gibi bir şey. Oto yerine ayakkabılar var, terlikler var. Ayakkabı boyası diye bir kaç şey de var. En çok çubuklar keyifli bence. Bir tanesi söktüm dört köşenin en bana yakınından. Dayak gelebilir her an ama pek umursamıyorum açıkcası. Çubuk keyifli. Bence bir füzeymiş o. Fiyuuuu diye havalandırıyorum. Uçması için basınç gerektiğini de akıl edebildiğimden; yanaklarımı şişirip ağzımdan fırlatıyorum kendisini. Fazla uzağa gitmediğini tahmin edebilirsiniz; hatta salak olduğumu bile. Ama büyük dediğim herkesden daha eğlenceli olduğumu biliyorum. Ben eğleniyorsam sıkıntı yok!



Sıkıntılı bir çocuk olduğum doğrudur. Oynamak lazım. Az önce ayakabı boyamaca oynunu keşfettim. Üzerinde çamur ve toz olan ayakkabılar renk değişiyorlar. Temiz ve parıltılı oluyorlar hatta. Sonuç karşısında kişisel tatminde tavanı tekmeliyorum. Kendimi usta hissettiğim de doğrudur. Onlar kadar büyük ellerim olmayabilir ama ortaya çıkan sonuç aynı sayın seyirci. Televizyondaki teyze “lekeden eser yok” diyor içerden, ben ayakkabıları boyarken, bense boya olmuş ellerime ve pantolonuma bakıyorum. Keşke kirlenmenin güzel olduğundan annemin de haberi olsa. “Üstümü yıkayacak deterjanı sattıracak pazarlamacılar bir ara akıl eder bunu zaten” diyerek bunu da bıraktım şimdi bir köşeye. Kapı vuruldu. Ön direkte ve topa en yakın oyuncu olarak heyecanla çıktım topa ve açtım kapıyı. Hacıların en sevimsizi kapıda.
“Hoş geldin dedeciğim” dedim. -Babam öğretmişti bunu.- Saçımı okşadı. Yalan değil, mutlu oldum. Sevilmek güzel şey. Yalakalık bilinçaltımca takdir gören bir karakter oluyor sanırım. Ama seviliyorum ya sıkıntı yok. “Napıyon la” dedi, dedem.
- Ayakkabıları boyadım. “Afferin la” diye cevap verdi, elinde baston gezdiren odun.
“Al bakalım, bunu cebine koy dedi” yuvarlak ve metal 2500 lirayı verirken. Sonra kabanını ve bastonunu verdi asmam için. Sandalyeyi de kullanarak astım tabi ki, bunun için ekstra bahşiş alamayacağımı bilerek. Value Added Services olarak da adlandırabilinecek olan bu yaklaşımımın ikna yeteneğimi geliştireceğini düşünüyorum. Zira dedem para vererek kendini gerçekleştirdi, bense ekstra ve zahmetsiz bir hizmet daha verdim kendisine.







[Bir Zaman Sonra]

-Kağıt şehirler yanıyor.
Bense sadece bir yağmur gibiyim, diye düzeltti Morelerin son temsilcisi karşısında duran ve bir zamanlar kendisi olan kadını. Aynı anda çektiler sigaralarından sessizliği bozan nefeslerini ve zamansızlık başladı. Beraber sustular ve daha önce hiç göz görmemiş gibi baktılar birbirlerine. Aortları hala dumanla keyiflenirken; en güzel müzikti sessizlik. Uzaya bir çift gönderilmişti Beşiktaş’tan roket teknolojisi olmadan. Aşağıda kağıt şehirler yanıyordu ve üzerlerine yağan yağmuru izliyordu usta astronotlar. Ateşler sönüyor, is ve toprak kokusu yağmurla demleniyordu. Hala sessizdi sarı oda. Büyümüşlerdi. Ve aynı anda verdiler sessizliği bozan nefeslerini. Tüm bu uzay macerası sadece bir nefes kadar sürmüştü.
  

Cumartesi, Aralık 29, 2012

bir şarkı



[Bir Zaman Sonra]

-Kağıt şehirler yanıyor.
Bense sadece bir yağmur gibiyim, diye düzeltti Morelerin son temsilcisi karşısında duran ve bir zamanlar kendisi olan kadını. Aynı anda çektiler sigaralarından sessizliği bozan nefeslerini ve zamansızlık başladı. Beraber sustular ve daha önce hiç göz görmemiş gibi baktılar birbirlerine. Aortları hala dumanla keyiflenirken; en güzel müzikti sessizlik. Uzaya bir çift gönderilmişti Beşiktaş’tan roket teknolojisi olmadan. Aşağıda kağıt şehirler yanıyordu ve üzerlerine yağan yağmuru izliyordu usta astronotlar. Ateşler sönüyor, is ve toprak kokusu yağmurla demleniyordu. Hala sessizdi sarı oda. Büyümüşlerdi. Ve aynı anda verdiler sessizliği bozan nefeslerini.



Perşembe, Aralık 20, 2012

placebo

haydi hayaller kuralım. Yaşayalım her birini gece yastığa vardığımızda. Söylemediğimiz tüm kelimeler olsun, olmasını istediğimiz herkes. Işıklar da istediğimiz gibi olsun. Sonra bir şeyler çıksın kontrolden ve yine hayal ederek düzeltelim o şeyleri. Ve hiç duymadığımız ama akılda bir yerde çalan şarkılarımızda fonda olsun.

sonra rahatlayalım, gerçekten olmuş gibi mutlu olalım.

Huzur çöksün birden içimize belki yaşamak güzel şey diyip dönelim kendi eksenimizde 90 derece ve yataktaki en rahat pozisyonumuzu alalım. 


Sonra gün olsun. Gerçek başlasın. İlk başta kabul etmeyelim, sonra alışalım. Kapının arkasında hazır bekleyen rolümüzü giyip çıkalım sokağa, saklayalım yastığımıza özel hayallerimizi.

Derken bir ışık parlasın birinin gözünde ve hayallerimizi yine hatırlayalım. Belki daydreamer dedikleri bizizdir. Yaşamaya çalışalım o hayali onun gözünde. Ne de olsa hayal, gerçeğe giydirsek  de onu tüm uyumsuzluğu ile bir yerden mutluluk, bir yerden söyleyemediklerimiz ve olmasını istediğimiz herkes bu gözlerin içinde.

Hadi aşık olalım.


Rain by High Rankin & Document One ft. Tigerlight

Cumartesi, Temmuz 28, 2012

Susmak Lazım Kazım

Enteresan adam bu Kazım, türlü halleri var. Ancak koltukda yatabilenler cinsinden diye gruplandırmışlığı bile var kendini. "n" in her türlü kombinasyonel değerlerini aldığı bir olasılık hesabında, atılmış zarları evreninin. Öyle ki Kazım'ın haberi yok. -Kazım hesabı sevmez-

Kazım görebileceğiniz en naif adam olmak ile birlikte göremeyeceğiniz kadar zeki ve bir o kadar sevimli. Valla sevimli lan her gün tokat atıyorum yanağına çocuk sever gibi. ( ne mal sevme biçimi )

Kazım çok insan ve bir o kadar insanlaşamayan - dalavere vs. olayına girmeyen- giller familyasının en nadide türüdür bence. Böyle arkadaşın olsun, üzenin burnuna, yumruk oturtursun. Şiddet eğilimleriniz Kazım'ın   sevimli yüzünde sukün bulsun. Kazım rehberiniz olsun. : )

Ama susman lazım Kazım, herkes bir şey istiyor ve itiştiriyor!
Ama susman lazım Kazım, çok soru var duyamıyorum!
Ama susman lazım Kazım, sen mi soruyon la bunları!
Ama susman lazım Kazım, ne ara gittin ?

Yine kim bilir nereye yattın Kazım, toparlan sabah derse gitmemiz lazım :P

(leş++)

: )

Cuma, Temmuz 27, 2012

Göz kırpan ekmek kırıntıları...

Bugün Cuma,

"Sonu ? " başladı bir haftanın. Sanki 5 gün birbirine yeminle bağlı, ne zaman  attılar acaba, değersiz gördükleri iki haylazı ! 


Neresi sonu neresi başı kaçıranlar için..


Koca beş gün.. Şimdiden gözünüzde büyümüştür bile, önümüzdeki haftayı düşününce : ) Ben yapmadım, yani düşünmedim sonraki muhtemel 5liyi. 


Aksine geçen 5 e baktım. uzuncadır, (yok yalan olur, neredeyse hiç, cidden hiç yaptım mı lan ?) bakmadığımı farkettim. -Ahada "farklı bakış açısı" :P -koşturduğumuz bu dört nal üstünde farkedilmeyen küçük bir detay. En azından farklı, üstüne muhasebe yapılırsa faydalı.


Yediği hayal ekmeklerini döküyor hayat, ayaklarınız altına. Aman basmayın günah olur, kaldırın kenara. Kaldırdğımız önceki 5 ler gibi..

Sikt*r et matematiğini günlerin! Zaten senin yerine patronların çoktan hesaplamıştırlar bile!

İste vatandaş, iste ve sonrasında ne yaptığını bunun için hesap et! Ulan çalışmana gerek yok adam gibi iste, fırsatlar göz kırpamaya başlar eğer istemeyi bilirsen.

Yok ben o kadar bilmem kendimi, üniversiteye bile puanım yettiğine girdim diyorsan, senin için ikinci versiyon var. Şöyle ki ; "Eşşek olma oğlum bak bunu dene kırıntıları".

 Kalk git şimdi, bir ara yaparım dediğin güzel bir şeyi yapMA. Otur olduğun yerde ve olmak istemediğin sözlerin sahibi ol. Ya da git öl, göremedikten sonra kaybettiklerini..



Cumartesi, Aralık 17, 2011

Söyleyemediklerim...

Boğazından çıkmak üzere iken değiştirdiğin sözcükler vardır. Cümleye başlarken söyleyebileceğini düşünürsün de , içindeki susturucu süpürgen yutar onları ve duyulması "gereken" ile değiştirir. Dilin çevirdiği sana yabancı, içte kalan  sana ağır ve pişman. -Hatta bazen bu betimlemeler bile yalandır.- Sus olur için ve boş gevezen başlar senin için.Bırak zevkine dalsın seslerin, eksikliği işitme yollarına dayanmış bencil benler.
Ve keşke gevezeliklerimiz de kalsa söyleyemediklerimiz..

Söyleyemediklerimiz, o kadar çoksunuz ki. Mesala;

Korkar söylemeye küçük bir çocuk sıkıca tutar kendi elini..
Ve büyütüp sessizliklerini büyük adam olur,ilk fırsatta satar diğer elini.*

....

Gözleri bedeninden ağır bir deli belki O da söyleyemediği için deli.

...

Ya da her şeyi çok iyi bilen "marifetli" sanat eri, çeviremedi kulağını kendine taklit etti az bilinenleri.**
: )


Susturuldu bazen özgür sesleri umutların, düzen sonatına basit bir muvman oldu her biri.

 Ama ses kaybolmaz kozmik uzayda  ve elbet duyar biri tıpkı "Söyleyemediklerim" gibi.





Cumartesi, Eylül 17, 2011

Bugün..

Bugün az okudum, biraz çaldım, çok uyudum ve kara kalem ile oyaladım kendimi.

Bugün susmayı denedim, sustum ve susmayı sevdim.

Bugün hala cahilim. Nerede, ne zaman bıraktım öğrenmeyi bilemedim.

Belki "O" yaşımda çok öğrendim deyip yoruldum ya da topumu diğer çocuklara bırakıp mahalle maçını terk ettim.

Bugün balkon buldum kendime "O" yaşımdaki gibi orada izledim mahalledeki maçı. Doğrusu maçı da pek sevmedim.

Bugün, sen sadece - balkondaki en tatlı hayali arkadaşım - şizofren dünyamı hatırlattın ve oyunu da bitirdin.

"Yakalamaca" da bitti; kendimi yakaladım.

Dinlenesi, güzel şarkı..
Dredg - Catch Without Arms

Salı, Kasım 02, 2010

denge

denge ne zordur kurulması bugün izlediğim bir videoda adam;
-hem iyi hem de dengeli olunamaz diyordu.

Ben kuramadım o dengeyi zira iyi olduğumda tartışılır,sinirliyim çok hemde. Ama geçti muazzam sessizim şimdi de. Kelimelerim bile bitti çıkarmaya çabalıyor titrek ellerim.

Herkese benden çay!!

Koptu kayışı öküz arabamın, kapılara ve ya merdivenlere çarpabilir öküzlerim zira fena sakattırlar sevmek konusunda; aralarında tren ile uzun süreli ilişki yaşayanlar bile var ama tren henüz bunun farkında değil ya da uyuyor şimdi taksi ile gittiği garında.

Kaf değil ama Kayış Dağının arkasında olsa da orda bir köy var uzakta, o köy öküzlerimin otladığı köydür gitmesem de görmesem de o köy ÖKÜZLERİN köyüdür.

Ne güzel yalanlar söyler tren düdükleri, ama içimden binlerce tren geçti bu gece ve ağlarım şimdi arkasından beklediğim istasyonların malum az değil yıl geçti!

Bu arada öküz duvar kağıdı trenlere bakıyor son kez: )

edit: tren "motor" ile de haydarpaşaya gidebilirler.

Çarşamba, Ekim 20, 2010

kopar ipleri yaşadığım teyel dikişlerin
iki yakası birleşmeyen benliğim ve sözlerim
ortasında koca bir kördüğüm, bir ucu "siz" bilirim
yaşamak kendilerime rağmen yaşamak...

Sevdiğim, her an "arayan" paranoid sevgilerim..
can bir aceleci kuş konmak ister toprağa
kolay ya durmak,kanat çırpmaya ne gerek!
metaforlar da yorar oldu, çabuk düştü cihan-ı hayalim.


Gerçeklerimleyim yine siz olamayacak kadar benim ve yine ben kendime sizim.Yorgun bu beyin, sessizliğinizi seviyorum ,sesleriniz beni yalanlaştıran ve sessizliğim -bir kaç sözcük buraya karalayacak kadar da sizdeyim hala, yok yok aslında derdim sen , tek sen okursun bunu bilirim.benim bugünümde değil, senin "tamam" dediğin bir yarında- ah sessiz kaldığım her an o kadar güzelsiniz ki!Önemsemiyorum artık sizi, o kadar yaşadımki beyinlerinizde sizi düşünür oldum sizin yerinize ve o kadar çok oldum ki kaç taneyim bilmiyorum.

Ama sen bilirsin ben kaçım, bir sayı oldum 97 dedim. Okurken beni bir sen güldün, anlayamaz ya kimse beni!Anlatmadım ki kimseye bu deli!


Gerçek güzel bıraktım hayali, o kadar dolu ki günah defterim; yaktım tüm defterleri



: )
by mamalak

Salı, Ağustos 31, 2010

ahanda giderim!

bursla kazanılan bir okul,abd de eğitim ve kariyer,emek emek kazanılan bir hayat tek başına, kaybedişler,sevilenler ,sevenler ve göz yaşları , mutluluklar...

ne kadar sorgularız hayatımızı ve ne kadar kendimize döneriz sorguladığımızı sanarken.. aslında ne isteriz?

bir kitap, bir film ve "rastlantı" ile tanışılan otostop gezginleri ve bitişler.. düşürdü yollara beni, sevenim sevmeyenim, dostlarım; merak ve farkediş için denemeye gidiyorum kendimi.Yollar öğretecek sanıyorum bir çok şeyi.

Yardım eden herkese teşekkürler, gelince anlatacak çok şeyim var; herkese sevgiler..

Pazar, Ağustos 22, 2010

artık daha sessizim..

Artık daha sessizim; çocuksu heyecanlarım, heyecanlı sözlerim, biri devam ederken diğerleri ağzımdan çıkan sözcüklerim...

Yılların, öğrettikleri midir ya da kaçırdıkları mı bilinmez sessiz oldu ellerim.Oysa onlar da çok heyecanlıydılar sarmak için.Saçlar vardı uzun sonra kısa yer yer kepekli ama güzel saçlar nasıl da arsız olurdu ellerim sevmek için.

Her yeni gün, saat hatta dakika daha da değişir ikizler içim. Sanırım ikizlerden biri ölüyor diğerinin yaşaması için. Ve bambaşka bir adam ediyor beni bilsen ne kadar keyifsizim.

Ölümü izlemek , ölümünü izlemek bir şeylerin ne kadar ağırdır fark edilmez eğer ki kopup giden derinlerde bir şey ise ve buysa seni heyecanlı yapan.

Artık acele bile edemiyorum ki yok ki hevesim.Anlatacak bir şeylerim yok ya da kim anlar ki en iyi arkadaşın ve sevgilin yok iken ve ya sen Ona anlatmak isterken. Neden sonra anladım, sözcükleri boğazdan çıkartan ben değil sen olurmuşsun. Tüm heveslerim gitti senden sonra ne gereği var yalan söylemenin.

Yine de bir gün eylül akşamlarından birinde bir gün çıkar karşıma yitirdiklerim daha önce olduğu gibi hesapsız ansız ve mekansız. Çok güzel olur yine "bir eylül akşamında kesişse yollar" ve daha masalsı olmaz mı hikâyesi ikimizin..

Artık daha sessizim sadece şarkılarım var elimde ritmleri bile senin öğrettiklerin..

Perşembe, Ağustos 19, 2010

iyi çocuklar..

iyi çocuklar vardır iyi ailelerin terbiyeli efendi erkek çocukları," doğru " ile büyürler.Sıcak bir mayıs akşamüstünde camdan bakan sessiz, yedek mahalle maçı futbolcuları..İzlerler, gözlerler.Yürürken adımlarını sayan küçük adamların hatta küçük şirin şarkıları da vardır.Çizgi filmler gibi renkli , anne baba kavgaları kadar dengesiz ve olağan, yani orta şizofren masal kahramanlarıdır bunlar.Gerçektirler ama fark edemezler ve yürürler sadece.Bazıları vardır konuşur hep anlatır kelimeleri yetmez anlatacaklarına ya da sözcüklerin oluşma hızı daracık gırtlaklarından çıkarken, kimisi yazar sessizce bir köşede oyun arkadaşı kağıt kalem olur bu modellerin, bazıları da şarkı söyler tınısı kendi dünyalarından , oraya ait olmayanların dinlerken sadece hayran olabilecekleri güzel melodileri olan şarkıları söylerler.

bir de küçük parmaklarının kullanmalarına izin vermediği toka sahibi arkadaşları vardır onların. Babalarının bahçesinde küçük prenses hayalini yaşayan minik meleklerdir onlar.Elbet bir gün o bahçenin ötesinde başka bir yerde kendi toprağında meyvelerini besleyen kraliçe olmak isterler.Bilirler ne gerek vardır adımları saymaya yürürken ya da şarkılar söylemeye atlarlarken iplerin üstünden.Bahçede onların, ip de ve babalarının şarkıları da.Ya onların olamayanlar ?

Tezatlar güzeldir ya , yanında bir insan bırakmayan yanında en çok insan bulunduranı sever ya da tersi olur hani; gerçekte yaşayanla, duygularında yaşayan da bulur birbirlerini. İster biri mars diğeri uranüsten olsun zıttır bunlar.Ateş ile suyun buluşması gibi elbet bir taraf feda eder kendini.. üzerine binlerce şarkıların bestelendiği, şiirlerin yazıldığı o üç harfli kelime "aşk" ile inleyerek feda ederler hemde! Peki kim eder ki , kendini sevmek varken dünya etrafında dönecek iken ne gerek var sönmeye hava olmak isteyen zaten hep sudur.Peki su akmaktan yorulursa ne olur ? Buz. Buz gibi olur o küçük şarkılar, mayıs akşamüstü dinginlikleri ise ateş! Velevkin gidilecek yer yine topraktır.Toprakta birleşmek üzere daha yazılacak çok şarkı var.

En zoru kendini sevmek.

Kendinden başka herkesi sevmek en kolayıdır en zoru kendini sevmek..
Başka herkese şefkat beslemek kolaydır.
Ağlayan bir çocuğun sesini duymak, gözyaşlarını silmek, ona her şeyin yolunda olduğunu söylemek.
Ona yaşamın harika olduğunu söylemek

En zoru kendi içinde ağlayan içsel çocuğun sesini duymaktır, en zoru onun gözyaşlarını silmek, ona her şeyin yolunda olduğunu söylemek ve yaşamın muhteşem bir deneyim olduğunu söylemek

Başka herkese doğru yada yanlışın olmadığını söylemek kolaydır.
En zoru kendi icindeki dogru ve yanlislarin otesine gecmektir
En kolayi baskalarina kosulsuz sevginin affetmek oldugunu soylemektir,
En zoru herkesi ve herseyi affetmek, ve daha da zoru kendini affetmektir, yaptigin tum eylemler icin, doktugun her gozyasi icin, ve kendini soktugun her zorlu ve meydan okuyucu deneyim icin kendini affetmek

En zoru kosulsuz sevgiyle tam kabullenmek herkesi, herseyi ve en onemlisi kendini sevebilmektir.
Baskalarinin sana sunduklariyla mutlu olmak en kolayidir,
En zoru kendin oldugun tum anlarda sadece kendinle mutlu olmaktir
En kolayi baskalarina ogretmektir
En zoru kendi ogrendiklerini yasamina getirmek, icindeki ve disindaki dunyayi birlestirmektir
Ve kendinden baska herkesi sevmek en kolayidiren zoru kendini sevmek..
Cunku kendini sevebilmek icin, sadece kendin oldugun icin, sadece varoldugun icin kendini sevebilmek için, dissal tum beslenmeleri birakman gerekir
ve bu kendi ozune, kendi kaynagina geri donmektir
Neden bu yasam bu kadar zor, neden hersey benim icin bu kadar meydan okuyucu diyorsan
Bu senin kendi kaynagina donebilmen icin sevgiyi aradigin tum dissal beslenmelerle bagini kesiyor oldugun icindir
Ve bu olurken, sanki hersey cekilmeye baslar yasamindanyerini derin bir bosluga birakarak
Bu derin bosluk, insan benlik icin herseyin kaybi olarak algilansa da yerini kendi ozu alacaktir her birimizin
sonunda tum baglardan ozgur olarak kendimiz olabilmemiz icin, kendimizi kosulsuzca sevebilmemiz icin, ve yarattigimiz tum yaratilarin sıkısmıs enerjilerinden ozgur olabilmemiz icin.
kendini sevdiginde tum olani seversin, cunku tüm olan sensin sen tüm olan

güzel bir hikaye

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı. Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister. "Ol" der Tanrı. Bulut olur.
Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez. Ona da "Ol" der Tanrı.

Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.

Ordan esen burdan eser, kaya banamısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...
Sırtında bir acı ile uyanır....

Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. ..